Wednesday, August 15, 2012

KARADENİZLİLER; DOĞU KARADENİZ BÖLGESİ ETNOGRAFİ



Rize, Merkez Çiftekavak (Ağroloz) Köyünden Yusuf Aksoy (48) Rize bezi ticaretiyle uğraşıyor. Bugün Rize bezi'nin Eski Kale altında sınırlı miktarda üretildiğini, dükkanda sattıkları bazı malların ise Bursa'dan geldiğini söylüyor.[Zaimoğlu Rize Bezleri- Yıldızkent altı Gündoğdu yolu üzeri - Gündoğdu Rize (0464 246 26 47)]. Cumhuriyet dönemi öncesinde Sürmene ile Çayeli arasında feretiko (feletika) adı verilen el tezgahlarında üretilen keten bezin hiç bir sentetik madde içermediği için, vücuda yapışmadığını ve sıhhat açısından tercih ediliyordu. Rize'de günümüzde peşkir [bir tür havlu]ve ipekli dokuma üretimi de yok denecek kadar az. Bölgede çay üretiminin başlaması üzerine bölgedeki dokuma, pirinç ve İyidere - Çayeli arasındaki narenciye üretiminin eridiği ve zamanla yokolduğundan bahsediyor. Karadenzi'in özellikle 1975'den itibaren kısırlaştığını; çocukluğunda büyük balıkların kovaladığı hamsi sürülerinin sahile vurduğunu kovalarla balık topladıklarını hüzünle anlatıyor. Rize'de peştemale

"dolayluk" adı veriliyor. Yakın zaman kadar tüm kadınların giydiği "çeşan" ve "dolayluk" sahilde terkedilmiş, yükseklerde ise sadece yaşlı kadınlar tarafından giyiliyor. Karadeniz bölgesinde yetenekli kadınlarımız tarafından tarlalarının özellikle sulanabilir kısmında ekilip yetiştirilen kendirin lifleri çok yumuşaktır. Bu lifler önce suya batırılarak yumuşatılır, sonra elde eğirilerek ince iplik haline getirilir, daha sonra İngiltere’den ithal edilen Water cinsi pamuk ipliği ile el tezgahlarında dokunarak berz haline getirilirdi. Ham kendirin rengini ağartmak için, deniz kenarındaki çakıllar üzerine serilen bu bezler sık sık deniz suyuyla ıslatılarak güneşte kasarlamaya tabi tutulurdu. O dönemlerde yaz mevsimlerinde deniz kıyısındaki çakıllar üzerinde ağartılmak için serilen feletika bezlerini çok sık görürdük. Bu bez ince aynı zamanda dayanıklı ve sağlamdı. Bundan yapılan iç çamaşırı, vücudun terini emip tezden kurutabildiği içinb sıcak Arap ülkelerinde varlıklı kişilerin , şeyhlerin aradığı bir meta oluyordu .Rizeli kadınlar, özeliklerini farkettikleri feletika bezini aile içine katkı için kullanıyorlardı. Bunun temelinde kendi kendine yetme ve dar ekonomik şartlar içerisinde bir şeyler yaratma ve araştırma gayreti görülüyordu.Yazık ki bugün Trabzon ve Rize'de feletika bezi dokunmuyor, bunun dokunmasında kullanılan kendir de yetiştirilmiyor . Sürmene Aso köyünden Necati Çakırca, çocukluğunda 14 Ocak günü "kalandar" adlı bir geleneğin yapıldığından bahsediyor. Bir erkeğin peştemal ve keşan takarak kadın rolüne girdiğini , bir başkasının ise yüzüne posttan sakal bıyık yaplıdığını, beline çıngıraklar ve sırtına post asılarak "dede" rolüne girdiğini her iki karakterinde yüzlerinin kömür ya da isle (maneya) siyaha boyandığını bu gurubun mahallenin evlerini dolaşarak evlerin önlerinde çeşitli oyunlar oynadıklarını ve evlerden hediye olarak aldıkları mısır, meyve v.s. yi bir torbaya koyduklarından bahsediyor. Her mahallenin başka bir dedesi olduğunu bunların birbirlerin torbalarını kaçırarak şakalaştıklarını anlatıyor. Uzun süre Bayburtta kalan Dilaver, Trabzonluların Bayburt ve Gümüşhanelilere neden "Hart, Halt" dediğinide esprili bir dille anlatıyor. Hikayeye göre Hz.Ali bu bölgeleri müslüman ettikten sonra Arabistan'a döndüğünde, Gümüşhane ve Bayburtluların tekrar Hristiyan olduğu haberini duyunca, "Halt" etmişler demiş. Uzungöl - Şerah, Trabzon'da Rumca konuşulan nadir sayıdaki bölgelerden birisi. Bu köyden iki yaşlı emiceden "Şerah" köyünün kuruluş hikayesini dinledim. Hikaye'ye göre zamanında Rize'li bir adam tek başına buraya bugünkü büyük mahallenin olduğu yere gelir. Burada bir su kaynağı bulunmaktadır, konaklar ve ateş yakar. Bu dumanı Yente'lilergörüp adamın yanına gelirler, kim olduğunu sorarlar. Adam Rize'li olduğunu söyler ve hikayesini anlatır. Adama ısınan Yente'liler ona "seni evlendirelim burada bizimle kal" önerisinde bulunurlar. Adam başka diyarlara gideceğii söyler ve Bayburt'a gider. Orda "Man" köyünde bir hakimin evinde misafir kalır. Hakim zürriyetsizdir, Arabistan'dan kızınıda beraber getirmiş bir karısı vardır. Hakim kızını bu adamla evlendirir. Arap kızını alan Rize'li yeniden Çaykara'ya o su kaynağının başına gelir ve bu sefer yerleşir. O kadından 7 tane oğlu olur, bunların isimlerini büyükten küçüğe Hacı Ali, Hoca Ali, Rumi Ali, Bekir Ali, Felah, Molahmet, Köse Ali olarak koyar. Bunlar "Rumca" lisanını civarda yaşıyan Rumlardan öğrenirler. Buraya gelen demircilik, kalaycılık yapan Rumlar birbirlerine "Aso Şerah to horiyo şerhumetsi" dediklerinden yörenin adı "Şerah" olarak kalır.

Hamsioğullarından olan yaşlı emicenin sesiyle dinleyin "Aso Şerah to horiyo şerhumetsi



Kendisi de Çaykara - Ocene'li olan, Erzurum Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde öğretim üyesi Prf.Dr. Nasrullah Hacımüftüoğlu, Trabzon- Çaykara yöresinin müslüman olmasına dair bilinen "Maraşlılar" öylencesini anlatıyor. Bir rivayete göre 17.yüzyılda üç kardeş, bir başkasına göre iki kardeş bir amca oğlu olan üç Maraşlı ulema, Bayburt üzerinden Soğanlık geçidini kullanarak Ocene (Karaçam) Köyüne gelmişler. Orada bunlardan birisi ezan okumuş, o sesi duyan rahipler merak edip gelmişler ve ne yaptıklarını sormuşlar. Onlarda İslam'ı anlatıp herkesi bu dine davet etmişler. Rahipler, ulemaları "Şatoz" adlı başrahibe getirmişler. Şatoz, Maraş'lı ulemaların İslam dini hakkında anlattıklarını dinledikten sonra, "ben zaten bu dini arıyordum, kutsal kitapta böyle bir peygamberin geleceği yazıyordu" deyip İslamı kabul etmiş. Böylece Of civarında ilk olarak Ocene köylüleri İslam olmuş, Marşlılarsa Of istikametinde kuzeye doğru yollarına devam etmişler. Maraşlı ulemaların mezarlarının ikisi Çaykara'da birisi Of'ta bulunmakta ve ziyaret edilmektedir. Sn. Hacımüftüoğlu, kendi kökenlerini, yine çaykaralı olan Prf. Dr. Osman Turan'la konuştuklarını söylüyor ve Çaykaralı'ların Bizans döneminde buraya yerleşmiş, hristiyan Türklerden geldiklerine inanıyor. Dahası Trabzon'dan, Yunanistan'a göçen Hristiyanların da Türk olduğuna inanıyor. Yunanistan'da "Osmanlı Piçi" denilerek karşılanan, Trabzon Rumlarının orda garip olduğunu ve onlar için üzüldüğünü ekliyor.



Sürmene Macuka'lı bir teyze, eski zamanlarda evden birisi öldüğünde evin ineklerinden birini kesme geleneği olduğundan bahsediyor. Daha sonra bu adet inek parasının "kefaret" olarak dağıtılması şeklinde değiştirilmiş. Eskiden kadın erkek herkes tabutla gömülürmüş. Bu adetin İnönü'nün öldüğü zaman denk gelen dönemlerde "iyi olmadığı" gerekçesiyle terkedildiğini söylüyor. Yine de ben tabutla gömülmek istiyorum diyor.

Teyze'in sesinden dinleyin

Teyzemiz eski kalandar gecelerini anlatıyor:

"Ander çocukluk bak diyim saa da ...yarun bu akşam kalandar gecesidu. ooolum biyer gazan, cenaze kazani koliva, portikal, mandalina, çocuklar gelcek..biz gideciğuk, başka çocuklar gelcek... Ouğlum olar bişerdiler Ozan sabaha kadar. Gecelan kapi çalinurdi.

- Kalandaris kulandaris, erkek uşak dişi buzak, ver Allah ver dolsun bucak.

Olara koliva, mandalina, portikal, funduk.. Ola bi ayluk yiyecek toplarduk.

[*Ne olurdu onlar?Yermiydiniz] Golivalar yenurmi? Ev koliva doli. Yala korduk olarida funduklari yerduk. Uşakluk daa.
Yukardaki metni teyzenin sesinden dinleyin

Bu köyde hangi horonlar oynanırdı? Teyze cevap veriyor "Sallama varidi, sıksara varidi. Laz oyunları hep buranın oyunları. Çiftayak varidi, atlama vardi. Piçak oyuni varidi...Bellerinde Sürmene biçaği takarlardı. Bende takardum"

Ablasının genç kızlığındasevdiği erkekle atıştığı türkülerden biri hala aklında:

"Geçme irmaği karşiya

Taşlan taşlarum seni

Taşlan taşlayamazsam

İşer haşlarum seni"
Köyde imeceye "irgatluk" deniliyormuş. Artık yapılmıyor. "çok şenluk varidi" eski zamanlar için teyze.

Bu Sürmene'nin adı nerden gelmiş biliyormusun diyor. Güya bu Gorgorlular ile Vunitliler hep hirsuz idi. Gugudalilarda oyle. Gugudalilar haurdan, arkandan kepini alırlar da duymazsın diyor. O kadar da iyi insandırlar, çok iyi insandırlar ama birbirlerni vururlar ula diyor. Onlarun adı Sürmene'ye kalmış da "Sürgün yeri olduğu "için adı "Sürmene" konmuş diyor, köylü kadınların yakıştırdığı bir söylenceyi aktararak.



76 yaşındaki Sürmene Macuka'lı bu teyze ise eski zamanlardaki yaylacılığı anlatıyor: "Yiyeceklerumuzu yuklerla ayirdiktuk tabii. Şey... araba maraba yoğudi. Zenginler atlan giderdi, bizde arkamizda otuz kilo yuk yurume yeylaya. Yirmidort saat kirksekiz ne zaman gidebilusan"

Taşli'ya, Coşk'e, Arpali'Ya Limi'ya, Boğali.. yaylalarına gidiyorlarmış.

Misira "lauz" deruz, kucuk sebetete "guvitsa ya da "daktura" deruk.
Kadınlar "e gii" diye çağırrılıyor [E kızın deforme şekli], Erkekler ise "Ula" Teyzenin sesinden dinleyin





Hayır, En soldaki çizim Ardeşen'in Tmisvat Köyünden olan Yusuf Çavuşoğlu'nun gençlik günlerine ait değil. Birisi 1949 doğumlu olan Çavuşoğlu, diğeri Gürcistan'ın Megrel bölgesi olan İmereti'nin "Sakraula" adlı köyünde 9 Ağustos 1937'de çizilmiş bir portre. Megreller, Gürcistan'da yaşıyan, Gürcüce'den farklı ve Lazca ile çok yakın bir lisan olan Megrelce'yi konuşan bir azınlık.

Tüm Doğu Karadeniz Bölgesi Laz olarak bilinmesine karşılık, kendine özgü bir Kafkas dili olan"Lazca" yı ana dil olarak konuşan halk Rize'nin Pazar, Ardeşen, Fındıklı, Çamlıhemşin; Artvin'in ise Arhavi, Hopa ve Borçka ilçelerinde yaşıyor. Okur yazar oranı Türkiye ortalamasının çok üzerinde olan bölgede yaşıyan halk çay üretimi ve hayvancılığın yanısıra küçük çaplı tarım, balıkçılık ve küçük zenaatlerden geçimini sağlıyor.

Tmisvat, Lazca köylerin ortası anlamına geliyormuş (?). Yusuf Çavuşoğlu 8 yıl önce, bölgede öncü olan bir girişimcilik örneğiyle Fırtına Deresi'nin en güzel manzaralı geçitlerinden birinde bugün 150.000 civarındaki üretim kapasiteli , büyük bir alabalık çiftliği kurmuş. Osmanlı Alabalık Tesisleri, yöresel tereyağında kızartılmış taptaze alabalığının yanısıra, muhlamadan, karalahana dolmasına, Laz böreğine kadar geleneksel Karadeniz yemeklerini tadabileceğiniz, temiz bir restaurant. Restorantın tabelasıda en az kendisi kadar meşhur. Hürriyet gazetesinden, Televole programına kadar bir çok yayın organında mizahi bir dille aktarılan "100 metre geride" tabelası da bu restoranta ait. Sağda. [Tel: 0464 7524223] Aşağıda solda fotoğrafı görülen Çamlıhemşin'in Dikkaya [Netaneskirit] Köyünden Ahmet Korkut (43) 13 yaşından beri tulum çalıyor. Tulum çalmayı rahmetli "Sadık Kahraman" dan öğrendiğini gururla söylüyor. Yakın zamana kadar Samsun'da, geleneksel Hemşin mesleği olan pastacılık yapan Korkut, Osmanlı tesisinin emektarı tulumcu Hasan Dayı'nın vefatı üzerine, ekonomik kriz yüzünden iyice verimsizleşen işini bırakıp, bu yaz ekmeğini burada konaklayan tur otobüslerine tulum çalarak çıkarmaya çalışıyor.

Laz'ların geleneksel oyunu horon, Çmalıhemşin'de oynanan horon çeşitleri: Üçayak, Hemşin, Yüksek Hemşin, Sık Rize'nin yanısıra Mustafa Dayı'Nın kaidesini bulduğu Papilat Köyü Horonu ve çok yavaş bir horon olan Zarişka....Tabi ki tulum sadece horon için çalınmıyor;düğünlerde baba evinden gelin çıkarma [nusa gamayano] ve yol havası [nghaşi kaide] içinde bol bol kullanılıyor. Çamlıhemşin'de Laz'lar ve Hemşinli kadınlar aynı geleneksel giyime sahipselerde Laz kadınlarının geleneksel giyim şekilleri her neyse, diğer Karadenizlilerin aksine unutulmuş ve uygulanmıyor. Tulum, çebiç adı verilen doğum yapmamış keçi derisinden yapılıyor.Nav adı verilen ahşap üfleme bölümünün eklenmesiyle tulum oluşuyor. Bir çok tulumcu kendi tulumunu yapmakla beraber, tulum satın almak gibi bir niyetiniz varsa. Ardeşen'de "Sarıguda" saz evine uğrayabilirsiniz. Ahmet Korkut'un çaldığı ile Yusuf Dayı'nın söylediği gelenksel ezgilerden birini dinlemek için tıklayın




Laz Dili hakkında fikir edinebilmek için, Hopa Peroniti [Çamlık] köyünden Ruhiye Zoralioğlu'nun [82] sesinden, rastgele seçilmiş Lazca kelimeleri [aşağıda] dinleyebilirsiniz. Lazca'yı Türkçe'de kullanılan harflerle yazmak mümkün olmadığı için herkesin anlayabilmesi için hatalı da olsa en yakın Türkçe telaffuzu yazıya dökülmüştür. Yüzyılların sözlü edebiyat geleneğine sahip olan Lazca ancak yakın zamanlarda yazıya dökülebilmiştir. Bugün Laz aydınları kendilerini ifade edebilmek için Fahri Lazoğlu'nun hazırladığı Lazuri Alboni" yi standartlaştırma çabaları içindedirler. Latin hardleri tabanlı bu alfabede Lazcaya özgü sesleri deşifre edebilecek harflerde eklenmiştir. Linguistik bölümümüzden bu konuda ayrıntılı bilgi alabilirsiniz.






Oy nanaçkimi motto moyinap qe va [Oy anacığım beni neden doğurdun], kandğu [Çilek], kremuli [zincir], Kremuli ?, tao [küçük dolap], troni [iskemle], bağu [ambar], serenti [serander], kithsi [kap- pilekide denilir], mşkeyiş butka [kumar yaprağı - eskiden mısır ekmeği pişirilirken üstü bu yapraklarla örtülürmüş], Kvali delaçkuri [Tavalanmış peynir], luqu qankeyi , caheyi [lahana ezmesi], Mutu tuqva [Bir şey diyeyim], kibiyi [diş], çharbi [dudak], toli [göz], kuçhae [ayak], he [el], muruntzhi [yıldız], Tangri [Tanrı], bozo [kız çocuk], bici [erkek çocuk], dohedi [oturmak], sheni [at], Lazuri giçkini [Lazca biliyormusun? ], Va miçkin [Bilmiyorum]



Rize'nin Çamlıhemşin ilçesinin büyük bölümü ve Pazar ilçesinin bir kısmında "Hemşin"li adı verilen ana dili Türkçe'nin Karadeniz'e özgü bir dilekti olan halk yaşıyor. Çay üretimi, fırıncılık, pasta ustalığı ve hayvancılıkla geçinen Hemşinliler, günümüzde geleneksel giyim şekillerini kısmen muhafaza ediyorlar. Hemşin sınıralrından içeri girdiğinizi başlarını yandaki fotoğrafta görüldüğü gibi bağlamış, elinde şiş çorap ören kadınlar görmeye başladığınızda anlayabilirsiniz.

Günümüzde yaylacılığın ekonomik bir getirisi yok, aile başına 10-15 olan inek sayısı 2-3 e düşmüş ve artık sadece eski bir geleneğin yokolmaması için yerine getiriliyor. 15 Mayısta Pokut yaylasına gelen Çinçiva'lı [Şenyuva Köyü] köylüler bir ay sonra daha sert iklimli Amlakit'e çıkarlar iki ay sonra geri dönerlermiş. Yakın zaman kadar Hemşinlilerle, Lazlar arasındaki ilişkiletr pek dosthane değilmişse de günümüzde biraz yumuşamış artık kız bile alınıp veriliyor. Temmuz ayının 15 inden sonra Vartavar" adı verilen yayla şenlikleri yapılıypor. Kızlara hitap şekli "Ka" [Ka Ayşe gibi], erkeklere ise "Ola" [Ola Ahmet gibi]

Bitki isimleri bilinmeyen bir lisandan miras gibi: Şortoh, Puhre...gibi. Şortoh, Trabzon'da "lapaza" olarak adlandırılan geniş yapraklı bitki eskiden tazesinin yapraklarından sarma yapılırmış. Tabi ki "yayla lahanası" denilen yabani lahananın tükendiği zamnalarda.

"Papra pubrik" uzun dönem yağmur yağan dönemlerden sonra köy halkının [çoğunlukla çocuk ve gençlerin] yaptığı, oyun şeklinde bir "güneş duası". Trabzon'da "Kuç ku çura" adı verilen ve özellikle Maçka civarında yakın zaman kadar Rumlar ve Türkler tarafından yapılan bir geleneğin bu yöreye özgü versiyonu.

Hemşin, Türkçe dialekti hakkında fikir edinebilmek için, yanda fotoğrafı görülen teyzenin anlattığı hikayeden bir bölüm dinlemek için tıklayın.

Rize Pazar- Hemşin ve Çamlıhemşin dışında büyük miktarda Hemşinli Hopa Kemalpaşa'da, bir miktarda'da Borçka'da yaşamakta. Ali Arda (72), Borçka'nın Hemşin'ce konuşulan üç köyünden biri olan Berlivan [Şimdiki adı Güneşen- ÇaylıKöy]. Yakın zamana kadar hayvancılık yapan köylüler yaylaları Bilbilhan, Fatme çayir ve Zenginyurt'a inekleriyle beraber gidiyorlar. Hopa ve borçka'daki Hemşin kadınları Rize'dekilerden farklı olarak gelenksel baş bağlama şekli olan "şar ve cinpuli" yi takmıyorlar. Hopa Hemşinlileri, sınıra en yakın yaşıyan hemşerilerimiz olmasına rağmen, Karadeniz insanının tüm sıcaklığı ve karakterine sahipler. Bunun yanısıra müzik aleti olarak tulum değil şimşir kaval çalıyorlar. Hemşince konuşmalarına rağmen Rize Hemşin'in aksine bir Ermeni geleneği olan "vartavar" ı kutlamıyorlar - dahası ne olduğunu bile bilmiyorlar, hiç duymamışlar. Geçimlerini gurbetçilik, çay üretimi ve sınırli miktarda hayvancılıktan sağlayan Hemşinlilerin milli oyunu tüm Karadeniz'de olduğu gibi "horon", özellikle 2/4 ritminde, kaval eşliğinde (bazen akerdeon) kız erkek karışık oynanan Koçari horon. [horom diyorlar, eskiden İslami gelenekten dolayı kız erkek ayrı oynarmış].

Muhlamayı Rize Hemşinlilerden farklı soğansız yapıyorlar. Nereden geldiklerini bilmiyorlar ama Karadeniz taraflarından [daha batıdan] geldiklerine inanıyorlar.

Türkçe aksanı Artvin Türkçe dialektlerinden birisi ve genel Doğu Karadeniz özelliklerini koruyor, "şimşir" kelimesinin telaffuzunda "ş" nin "ç" ye benzer telaffuz edildiğine dikkat: "Bizim Hemşinliler tulum çalmaz, bi o şimşir kavallari çalardiler bi de şimdi hani cihaz çalayiler yani onlardan cihaz..."

Hemşince (Hemşotsi) dan örnekler : Tu nundoğas? [Kimin oğlusun?], İsa nike merzibes kobligastatum? [Böyle konuşabilirmisin?], Hemşotsi [Hemşince], Gağin [Fındık], Laus [mısır].       http://www.karalahana.com/karadeniz/linguistik/etnografi.htm

No comments:

Post a Comment